28 Aralık 2011 Çarşamba

ÜTOPYA


Herkesin Bir Ütopyası,Kendine Göre Bir Hayal Dünyası Vardır Öyle Degil Mi... ?

Benim Kafamda Ki O Dünya Nedenini Bilmedigim Bir Halde,Çok Karışık Bu Günlerde..Ve Bu Karmaşadan Kendimi Bir Türlü Alamıyor,İyice Çıkmaza Dogru Hızlı Bir Şekilde Yol Alıyorum.İçimde Kime Ait Oldugunu Çözemedigim Bir Ses Konuşuyorda Konuşuyor..Ve Birde Kadın Yarattım Kafamın En Kuytu Yerlerinden Birinde.Sanki Bütün Bunlar Yetmezmiş Gibi..


Herhangi Bir İnsana,Hatta Yoldan Geçen Birisine Bile Sorsanız,Mutlaka Onu Yaralayan Bir Kişi Yada Aşk Acısı Çekmişligi Vardır.Bu İstisnasız Bir Durumdur.Ya Terketmek Zorunda Kalmıştır Ya Terkedilmiştir Vs vs vs..Benimde Var Elbette.Şimdi Anlatmanın Kelime Ziyanından Ve Kafa Şişirmekten Başka Bir İşe Yaramadıgını Biliyorum.O Yüzden Merak Etmeyin Anlatıp Yormuycam Sizi.Geçmiş;Benim Gemime Çok Uzak Bir Limanda Şuan.


Özellikle Son 2 Yıldır Hiçkimseyle Aşk Veya Herhangi Birşey Yaşamadım.Çevremde Ki İnsanları Ve Onların Davranışlarını Gözlemledim Hep.Ruhsal Çözümlemeler Yaptım Çokça.Yaptıkça İnsanlara Olan Nefretim De Dogru Orantıda Büyüyordu (Dogal Olarak Kendimede).''Sahte''Yaratıklar Tarafından Kuşatılmıştık Adeta.''Yalan'' Ne Kadarda İşlemiş Ben'ligimize.İnsan Bedeni Ne Zaman Bu Kadar Ucuz Oldu Ki ? Yada Zaten Böyleydi Ben Mi Son Zamanlarda Anladım Bunu.Yazdıklarımın Çogunu Zaten Biliyordunuz Sadece Bir Hatırlatma Oldu Sizin İçin.Şimdi Diyebilirsiniz ''Hayat Kötü,İnsanlar Acımasız,Yalan Hep Vardı Vs Vs Vs''Bunları Bize Dedirten Gene Bizim Yaptıklarımız Ama Neyse O Ayrı Bi Mesele.Bir Dk Ya Ben Bunları Anlatmıycaktım Ki Size.Banane O İnsanlardan.Hah ! ÜTOPYA......


Aşk'ın Tarih Boyunca Hiç Bu Kadar Ayak Altına Alınmadıgı Şuan Yaşadıgımız Zamanda Yeni Bir Boyut Kazandı Hayatımda.İlk Paragrafta Bahsettigim Üzere;İsmi Cismi Olmayan,Sadece Geceleri Kendini Gösteren Bir Kadın Yarattım Kafamda.Hayalleri O Kadar Derinleştiriyorum Ki,Bir An Kendime Geldigimde Bana Gerçek Hayatı Hatırlatan Bir Nesneye Baktıgımda Sayısız Küfürler Ediyorum Aklıma Gelen Herşeye.Saçları,Gözleri,Teni,Elleri O Kadar Gerçekçi Ki Kendimi Alamıyorum.Son Zamanlarda Şunu Da Fark Ettim Ki Ben Yolda Yürürken,Çarşıda Gezerken Veya Herhangi Bir Yerde; Gördügüm Bazı Simaları Ona Benzetiyorum.Sonra Bunun Bir Yanılsama Oldugunu Anlıyorum.Ve Her Gece ''Yarın Gerçekten Karşıma Çıkacak''Yalanını Uydurup İçimi Rahatlatma Oyununu Oynuyorum.


Ben Hayatıma Giren Kişiye Gerçekten Çok Deger Verdim.Onların Omuzlarına O Kadar Çok Büyük Bir Sevgi Yükledim Ki Taşıyamadılar Bunu.Hepside Bu Sevgiyi Bana Karşı Bir Koz Olarak Kullanmak İsteyip Kişiligimi,Ben'ligimi Elimden Almak İstediler.Buna İzin Vermedigim Zaman İse  ''Gerçekten Seven''Diye Nitelendirdikleri Kişiliksizleri Sevdiler.''Senin Hiç Mi Suçun Yada Günahın Olmadı''Diye Soran Arkadaş Varsa Bir Roman Kalınlıgında Rapor Sunabilirim.Hiç Çekinmeden Yazabilirim Hepsini.Ama Hiçbiri Yaşadıklarımın Bedeli Degildi.


Not : Eger Sözlerim Sizi Sıktıysa Özür Diledigimi Varsayın  Ve Üstte''Sonraki Blog'' Butonuna Tıklayın''  


27 Aralık 2011 Salı

İkincil Ruhla Pisuar Buluşmaları - 6 -

Bazen dur.
Jüriye mastürbasyon yaparcasına savunduğun şeyleri savur.
Beynini şehvet kemirirken, bacak aranı örümcek ağlarının istila etmesi neyi doyurur?
Öfkeyle yaşamayı öğren.
Er ya da geç akrep yavrularının meskeni olacak göz çukurların;
"Gözüm gözüm, güzel gözüm" diye mırıldanarak şakalaşacaklar içinde, o saydam yargıçlar eriyince.

Bazen dur.
Acının huyunu bezen.
Bir düş ezberle kendine.
Her değerlendirdiğin fırsat bir içimlik satışıdır içinin.
Hem düşün;
Gördüğü ilk vapura aşkını yamayan yunus, ne yaman bir yunus olur ki, zaten herkesçe bilinir; sözlükte anadan Sonra yar gelir, çokça sayfa geçilmiştir ki, geriye dönüş ne mümkündür...

Söylemeli miyim bilmem, ama
Bazen durma.
Tren hangi hızla yaklaşırsa yaklaşsın, raylarda güle oynaya ağlayan çocuğu –ki o çocuk hayalin bile olsa– Kurtarmaya çalış. Bunu göze alamamıştı annem benim.
O an birden büyüdüm, kilometrelerce ıradım.
Ardımdan dünyanın tüm raylarına adım boyu gözyaşı döktü.

Hayali olan çocuğu değil, tren idi çünkü....

                                                      ÖZGE DİRİK

26 Aralık 2011 Pazartesi

İkincil Ruhla Pisuar Buluşmaları 2


Hayatıma sevimli bir parantez edasında girip, bordrolarıma tüneyen kadınları da sevdim. İşte aşk bu; havada attığınız parendeler kadar suya nasıl girdiğiniz de önemli.

Aldatmak ve ihanet etmek fiillerinin ayrımında yaşadım, sonunda anladım; aldatmak birinci tekil hali bu boşaltan muslukların kazandığı havuzda. Siz sırtınızı dönünce aldatmanın üçüncü tekil haliyle anılıyorsunuz, ihanetle.

Müzikle aramda hiç bir samimiyet olmadı, ki üzerlerine en güzel şiir kreasyonlarını geçirip podyuma çıkan notalarla farkı yoktu mankenlerin.

Hayvanlarla iyi anlaştığımı, onların en ince felsefelerinin farkında olduğumu iddia ediyorum. Kadınlarla yaptığım tüm kavgalarda karşıma geçip kuyruğunu yakalamaya çalışan, erkeklerle olan tartışmalarımda ise patisiyle gözlerini kapatan bir kediye sahibim aynı zamanda. Hem beni sadece zenginliğim dolayısıyla tercih eden kaloriferböceği ve karınca gibi hayvanlardan da koruyor. Buna rağmen ölünce, onu kuyruğundan tuttuğum gibi, şu kancalarını geçirdikten sonra kırk beş derecelik açıyla çöpleri yukarıya çekip, içeride öğüten ve çıkan pislikleri de kıyılarındaki delikten çaktırmadan akıtıp, çöp öğütümüne kesin çözüm olan kamyonların birine atacağımı biliyor. Biliyor ama cehennemi bilip inançlı görünen her mümin gibi ibadet etmeye devam ediyor bana.

Yoksullukla çok erken tanıştım. Üç kardeş bir yorganı boylamasına paylaşırdık eskiden. Kendileri için yorganın yakılmadığını gören pirelerimiz oldu çokça. İkna edemiyorduk, hepsi yastıktan aşağıya atlayarak intihara teşebbüs ediyordu. Rutubeti de bilirim, asılmanıza üç gün kala âşık olmak gibi bir şeydir, uyumanıza hep üç dakika vardır ve vücudunuzdaki tüylerin hepsi asi birer termometre olmuş ve cıvanız dibe vurmuştur. O zamanlar bilseniz, alkolik Fahrenheit'ın krizleri sonucu termometrenin içindeki alkolü içip, karısının korkusundan o aleti cıva ile çalıştırabildiğini, ne anası kalırdı, ne de bacısı onun. Ama çok yoksullar şunu da bilirler, rutubetli evde bayat ekmek sorunu olmaz hiç, kabarık sıvalar doğal bir duvar kâğıdı görüntüsü verirler. Yoksulluk da böyle bir şeydir işte; kahvede hesap ödememek için kafanız çatlar kâğıtları, taşları saymaktan. Kaleminiz bitmesin, kalemtıraşta striptize yeltenmesin diye tırnaklarınızı uzatır, onlarla yazarsınız. Hem sizi herkes gitar çalıyor diye bilir. Yoksulluk eğlencelidir, 'bungee jumping' gibi, tek farkı vardır, sizi hayata bağlayan ip salı pazarındandır genelde, güvenemezsiniz. Ya da babanızın kazağı sökülmüş, aynı iple üç kardeşe birer kazak örülmüştür. Bu da fark etmez bu sefer de içten donarsınız babanızın arkasından bakıp. Derken, gözlerinizin kızardığını fark eden anneniz hep soğandan ağlar, böylece siz de mahsusçuktan yaşamayı öğreniverirsiniz.

25 Aralık 2011 Pazar

Beyin Timur'ları

—Gece kaybetmeye ne kadar meraklı—
Çok bilmiş ıslığını çalıyor yine rüzgâr.
Yangının içine giriyoruz,
Önce çocuksuz ve kadınsızlar
Önce hep beraber.

Ağacı vursan, tüm orman
Aysan’ı vursan tüm Sivas yanıyor.
Bir şairin “aşkolsun” ölümü
En güzel şiiri kalıyor.

—Gece kaybetmeye oynuyor—
Birbirine düşman iki bulut
Mayınlıyor
Dize getirdiğim kentin
Sarıl-sıklam sevdalılarını.

Sıtkı anlatıyor,
Yarısı fondip bir (kendine) yetmişliğin garip sırlarını.
İyi ki diyorum aşka
Rakı gibi bir afyonun var beyin timur’larıma.

İçine direniyor altmışsekiz
En fazla darbeyi sırtından yiyor
Zıpkınlanmış bir balinanın ölüm acısı içinde
Irksal intihar tohumlarını çimliyor.

Gece,
Denize varan nehrin anlamsız debisinde
Kan kusturuyor tatlı su adamlarına
İyi ki diyorum hayata
Ölüm gibi bir çare var ısrarına.

Küçükken müzik defterime sığdırdığım
Dört mısralı şiirler
Şarkı oluversin diye bekliyorum uzundur
Ne onlar şarkı oluyor
Ne sol, anahtar...

                                                 ÖZGE DİRİK

Ömür Hanımla Güz Konuşmaları

...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
...Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?


Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?


Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?


Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?


Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...


Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?


Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?


Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...



Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.


Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...


Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.


Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de...


Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.


Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?


Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?


Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.


Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

Ömür Hanımla Güz Konuşmaları-Şükrü Erbaş 1983

Vasiyet


"ki en kötüsüdür,
ölümden sonra da istemek."
Benden firar eden dünyadan,
son isteklerimi taşırken bana,
dikkat et; aynı olmasın torbanın rengi,
ayağına giydiğin galoşlarla.


Şu bizim yan odada,
Kürt kaşlı kız çok inledi dün gece,
boştu yatağı,
bugün iyileşmiş, tahliyesi olmuş,
inandıramadılar bana.



Bir uçlu sakla da göğsüne,
teninin kokusu olsun izmaritinde.
Bu yalnızlığı biz yaratmadık,
bilakis tütünü bile dost eyledik kendimize.


Ya sen,
ellerini yıkıyorsun bana her gelişinde,
benimle aynı gün ölecek olan alyansında,
bir sabun parçası,
ne demekse.

Yarın belki de son kez,
ziyaret saatini özleyeceğim yine,
yemek yiyeceğim,
tadını tuzunu alıp, öyle veriyorlar yemeği,
mercimeğin içindeki böceğin bile hesaplı kalorisi.


Giydiğin eteğin yırtmacı ilk defa dokunuyor bana,
beni yolcu eden akciğer
kediye atsan yemez
geç kalmayacak randevusuna.

Gidince çürümeyeceğini bilsem,
ellerimizi değiştirelim derdim.
Ellerimin ellerinde verdiği güzel ve uzun mola,
ayrılık Allah’ın emri,
ölüm olmasa...
                                   
                                                     ÖZGE DİRİK

24 Aralık 2011 Cumartesi

İkincil Ruhla Pis-Duvar Buluşmaları


on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk.
on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı.

zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize.
pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık.
ne söylesek ayıptı biraz söylemesi.

dahası an, tıbben ölüydü.
atık kamyonlarında mühürlü bir yürek
şehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce
bir film setine emanet edilirdi belki,
korkuturdu yine bizi.

senin dünyanda vapur kalkınca
balıklar çamaşır yıkardı
içindeki hileli sayaçların aritmetiği
sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü

tırabzanlardan aşağıya
ayaklarını sallandırıp
annesine hınzır hınzır gülen o çocuk
uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa çoktan geldi.
ama ikimiz de biliyorduk
elleri harita kadar acılı her annenin son görevi
çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti.

sağır ve dilsizler ülkesinde
kulaktan kulağa oynarken özgürlük düşün,
sigaranla aynıydı aşkının geleceği
duman hali.

şimdi biz,
yatırılmamış bir şans kuponu
pişmanlık olur en iyi ihtimalimiz.


oysa
mendil satar yine de bakardım bu kente
olsaydın içinde...

                                                   ÖZGE DİRİK

19 Aralık 2011 Pazartesi

Abaküs


Kırmızının deliliklerinden kurtardın hayatını.Aşk denilen sır;iki ayağın altına sabun bağlayıp,koşmaktı peşinden salıncakların.Gümüş ve geniş yollar ıssızlığında, kardeş ıslıklarla aynı gözleri ağlattık.Gün geceliklerinin içinde uyanamayınca,doyamadım, dayanamadım yalın yanlışlarıma.Hangi geçmişler için kestiysen parmaklarını,onlar için büyüttüm ellerimi.Şimdi yaşa diyen ağzının içine yakışmıyor,kupkuru deliliklerim.Bugün kızıyor yollarıma,senin tarihinin bildiği tüm ipuçları.Ama yalınayak bir çocuk bağırıyor içimde;kızma baba çocuk sabrı elliye kadar sayar en fazla...

                                                           ÖZGE DİRİK

13 Aralık 2011 Salı

Sade Bir Merhaba..

Blog Sayfasına (Daha Önce Üye Olmayı Hiçbir Zaman Denemedigim Bir Yere) Üye Olmuş Bulunmaktayım..Beni Kimsesinin Takip Edecegine İhtimal Vermiyerek Bir Kaç Gün İçinde Sanırım Kendi Kendime Konuşmaya Başlıyacagım..Yani Bir Bakıma İç Sesimi Dile Dökecegim..Bugünlerde En Çok Yaptıgım Şeyi Yaparak..Şimdilik Bu Kadar..